Cilt bakımı ile ilgili içeriklerde sıklıkla karşılaştığımız ve sağlımıza faydalı olan besin ve ürünlerde yoğun olarak bulunduğu söylenen “antioksidan”ın gerçekten ne olduğunu ve cildimize ne gibi faydalar sağladığını biliyor musunuz?
“Antioksidan” kelimesinin kökeni latincede “oxydare” yani “paslanmak” veya “asit yapmak” kelimesinden geliyor. Bu kökten fransızca “oxidant (oksidan)” yani oksidasyon yapan madde anlamına gelen bir kelime türemiş. Oksidanın önüne “karşı” veya “tersi” anlamına gelen -anti eki getirildiğinde ise sihirli kelimemiz antioksidanı elde ediyoruz. Yani antioksidanlar temelde, bir maddenin elektron kaybetmesine yol açan ajanlar olan oksidanları, etkisiz hale getiren bileşikler ve enzimlerdir.
Antioksidan bileşiklerden en bilineni ve cilt bakımında da sıklıkla kullandığımız madde ise askorbik asit ya da diğer ismiyle C vitamininden başkası değil. C vitamini haricinde E vitamini ile ß-karoten de (A vitamini öncülü – provitamin A) antioksidanlara verebileceğimiz diğer örnekler.
Oksidan sınıfında olup genel bir adlandırmayla reaktif oksijen türleri (ROS – reactive oxygen species) diyeceğimiz maddeler cildimizdeki hücrelerin olağan metabolizması ortaya çıkan ve UV ışınlarına maruziyet, hava kirliliği, enflamasyon ve sigara gibi nedenlerle seviyesi yükselebilen madde gruplarıdır. Bu maddeler isimlerindeki reaktif ekinden de anlaşılabileceği üzere reaksiyona girmek için her an hazır beklerler. Öyle ki hücrelerimizin lipit, protein ve DNA gibi yapıtaşlarına hasar vererek işlevlerini bozarlar. Bu hasarların birçok sonucu olmakla birlikte cildimiz açısından önemi ise kırışıklık, kuruluk ve sarkma gibi yaşlanma belirtilerinin artmasına ve hızlanmasına neden olacak zincirleme reaksiyonları tetiklemesidir.
Hücreler üzerinde baskı oluşturan bu maddelere karşı vücudumuzda enzimlerden, bu enzimlerin kofaktörlerinden ve dokuda mevcut olan diğer antioksidanlardan oluşan bir antioksidan savunma mekanizması bulunuyor. Ancak yukarıda saydığımız çevresel etkiler ve kötü alışkanlıklar yüzünden bu savunma mekanizması gelen yüke her zaman karşı koyamayabilir. Aradaki denge ROS lehine yani cildimizin aleyhine değiştiğinde oluşan bu duruma oksidatif stres veya oksidatif hasar ismi verilir. Dahası oksidatif stres sonucu hasara uğrayan hücrelerde sonuç olarak ROS grubu maddelerin oluşumu hızlanır ve bu durum oksidatif stresi daha da artırır.
Günümüz koşullarında oksidatif stresi ve sebep olduğu hasarı en aza indirmek için vücudumuza antioksidan takviyesi yapmak şart. Rutininizde olan ve C vitamini ile E vitamini gibi antioksidanlar içeren cilt bakım ürünlerinin yanında diyetinizde de yeterli miktarda antioksidan alımı yapmanız negatif etkileri azaltmak için fayda sağlayacaktır. Ayrıca C vitamini deposu olduğu bilinen portakal, mandalina ve limon gibi turunçgillerin yanında ekleyeceğiniz kuşburnu, yaban mersini, maydanoz, brokoli, ıspanak, çilek ve kivi tüketmenizi öneriyoruz.
Son olarak buraya kadar anlatılanları üç noktayla özetleyip toparlayalım:
· Latince “paslanmak” kökünden gelen oksidan kelimesine “karşı, ters” eki getirilerek türetilmiş olan antioksidan; bir maddenin elektron kaybetmesine yol açan ajanlar olan oksidanları, etkisiz hale getiren bileşikler ve enzimlerdir.
· Oksidan sınıfına giren reaktif oksijen türleri (ROS – reactive oxygen species) hücrelerimizdeki yapılarla reaksiyona girerek hasar verirler. Bu maddeleri etkisiz hale getiren antioksidanlarla-ROS dengesi bozulduğunda oluşan duruma oksidatif stres ismi verilmektedir.
· Oksidatif stres ciltte kırışıklık, kuruluk ve sarkma gibi yaşlanma belirtilerinin artmasına ve hızlanmasına neden olacak zincirleme reaksiyonları tetikler. Oksidatif stresi en aza indirmek için cilt bakım rutinimizde ve diyetimizde antioksidanlara yer vermek büyük önem taşır.
Doğal güzelliğinizi her daim korumak için antioksidan alımına dikkat edin ve diğer koruma yollarını öğrenmek için bizi takipte kalın!